Hatırlar mısınız bilmiyorum, filmin bir yerinde Cobb eşine “Sen
kusursuz değilsin!” diyordu. Diğer yandan Jean Baudrillard ise ünlü bir
kitabında, "Dünyanın bir yanılsama olması, onun kökten
kusurluluğundan kaynaklanır. Eğer her şey kusursuz olsaydı, açıkçası
dünya var olmazdı ve kötü bir rastlantıyla kusursuzluk niteliğine
yeniden kavuşsaydı, varlığı açıkça son bulurdu. Cinayetin özü budur:
Kusursuz olursa iz bırakmaz. Dünyanın varlığı konusundaki inancımızı
pekiştiren şey, onun suçlu, kusurlu niteliğidir. O zaman birden bize
kendisini ancak bir yanılsama olarak açar." demekte. Yabancı basında bir sinema yazarı da film için, "İnsanların
neden bu kadar heyecanlandığı hakkında gerçekten en ufak bir fikrim
yok. Sanki biri uyurken kafalarının içine girmiş ve Başlangıç'ın
öncü bir başyapıt olduğu fikrini... Bir saniye! Galiba anladım! Bu film
aslında hezeyan halini almış beğeniyle ilgili bir metafor. Bu film
aslında kendisinin metaforu!" demekten kendini alamamış. Açıkcası
ne Baudrillard kadar felsefi ne de bahsi geçen sinema yazarı kadar
acımasız olmam mümkün değil.
Dolayısıyla, filmleri birbiriyle kıyaslamayı doğru bulmasam da, salt sinema adına bir değerlendirme yaptığımda, bana göre Nolan'ın kendi başyapıtı Kara Şövalye’den daha iyi bir film yok ortada. Kara Şövalye'de hissettiğim güçlü sinema duygusunu, özenli sinematografiyi bu filmde göremediğimi söylemeliyim. Son derece özgün senaryosu, Hans Zimmer'in
neredeyse filmin bile önüne geçen güçlü müzikleri ve bir sokakta kafede
gerçekleşen slowmotion patlama sahnesi dışında aklımda kalan pek bir
şey olmadı. Şimdi pek çoğunuzun söylendiğini, "onca şey saydın, aklında daha ne kalacak?"
dediğini duyar gibiyim. Evet, haklısınız ancak unutmayın ki bu kadarı
bir filmi ancak iyi yapmaya yeter, başyapıt değil. Örnek mi
istiyorsunuz? Filmin karlı tepelerde geçen üst baskını son derece vasat
ve sinematografiden yoksun bana kalırsa.
Filme içerik olarak yaklaştığımızda ise, Matrix'te olduğu gibi "yaşadığımız dünyanın bir yanılsama olduğu" imasını görebiliriz. Ancak Sinema Dergisi'nin Eylül sayısında Kerem Sanatel'in film üzerine yazdıklarında daha farklı bir iddia var: Sanatel'e
göre film hikayesine, deyim yerindeyse cart diye giriyor ve hikayenin
bir yerinde kahramanına "rüyaların ne zaman başladığını asla
anlayamayız" dedirtiyor. Filmin en önemli repliğinin bu olduğunu ve
filmin hikayesinin ısrarla mantığı zorlamasının, saçmalamaktan
gocunmamasının rüya mantığıyla örtüştüğünü iddia eden Sanatel, filmde
uyanıkken geçen tek bir sahne bile olmayabilir düşüncesinde.
Çünkü esas entrikanın, Cobb'un vicdan azabını gidermek üzerine kurulmuş
bir "fikir ekme" operasyonundan ibaret olabileceği ihtimali mevcut.
Zaten filmin finalindeki dönen şeyin düşmemesinin nedeni de devam
filmine göndermeden ziyade bu, yani her şeyin bir rüya olduğu iması! Ya
da başta belirttiğim gibi Baudrillard’ın kusursuz (yanılsama) dünyası…
Son tahlilde, Sanatel'in ifade ettiği gibi sinema "uyanıkken düş görme" sanatı ise Inception (Başlangıç) sinema
tarihine sıkı bir gönderme ve seyirciyi uykusundan uyandırma girişimi
olarak yorumlanabilir. Özgünlüğü ve müziklerinin ihtişamı ile
seyircisini tatmin edebilir ve Matrix'ten bu yana
aklını zorlayan filmlere özlem duyanları memnun edebilir. Ancak ne yazık
ki bütün bunlar bir filmi başyapıt yapmaya yetmez.
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Christopher Nolan
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Joseph Gordon-Levitt, Ellen Page, Tom Hardy ve Ken Watanebe.
Yapım: ABD-İngiltere / 2010
Tür: Aksiyon-Bilim Kurgu
Süre: 148 dakika
IMDb Puanı: 8.8
Senaryo: Christopher Nolan
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Joseph Gordon-Levitt, Ellen Page, Tom Hardy ve Ken Watanebe.
Yapım: ABD-İngiltere / 2010
Tür: Aksiyon-Bilim Kurgu
Süre: 148 dakika
IMDb Puanı: 8.8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder