26 Haziran 2015 Cuma

Savaş ve Barış: Bir Tür Dayanıklılık Testi

"Leo Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı genellikle bir tür dayanıklılık testi ya da bazı kültürlerdeki statü edinme ritüelleri gibi okunan o birkaç kitaptan biridir. Ya yarısında bırakılır ya da yerinde tozlanmaya mahkûm bir kupa gibi raflarda sergilenir. Romanın gerçekten de çok uzun olduğu doğru ama dikkat ve ilgiyle okunduğunda karşılığını fazlasıyla verir. O'nun Rusya'sına bir girdiğinizde oradan ayrılmak istemeyeceksiniz: Bu açıdan düşünüldüğünde metnin uzunluğu nimete dönüşür çünkü daha okunacak çok şey vardır. Temelde Bolkonsky ve Rostov ailelerinin üzerine kurulu olan Savaş ve Barış, bu iki seçkin aileye üye olanların kişisel öykülerini, Napoléon Bonaparte'ın Fransa'sıyla korkunç bir savaşın eşiğinde olan Rusya'nın portresini çizmek üzere kullanır. Olaylar ana karakterleri hızla bu kaçınılmaz savaşa doğru sürükler. Başka hiçbir yazar, bütün bir halkın ruh halini, orduların manevralarını, toplumun tamamına yayılmış kötü bir şeylerin olacağı önsezisini içinde barındıran epik yaratıcılığın ölçeği konusunda Tolstoy'la boy ölçüşemez. Küçüklü büyüklü çatışmalar, iç içe geçmiş bireysel bakış açılarının kazandırdığı şaşırtıcı bir dolaysızlıkla anlatılır. Kişiyi ilgilendiren şeylerle politikanın alanına girenlerin, insanların iç dünyalarıyla destansı nitelikteki olguların birbirine bağlı doğası, ustalıkla gözler önüne serilir. Tolstoy, karakterlerinin hızla değişen koşullara gösterdikleri duygusal tepkileri inceler ve bunları Rus toplumunun savaşın ve barışın gösterdiklerine verdiği karşılığı betimlemekte kullanır. Son bir not: Eğer Savaş ve Barış'ı okuyacaksanız, sakın kısaltılmış versiyonunu tercih etmeyin. Tolstoy, ana konudan uzaklaşmakta usta olduğuna dair haksız bir ün kazanmış olabilir ama eksiksiz versiyonun bütünlüğünden ödün vermek okuma serüvenini baltalamak olacaktır." 

...diyor "Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap" adlı derleme eser. 


Savaş ve Barış'ı birkaç yıl önce ilk elime aldığımda tamamlayamadım. Bütün edebiyat otoritelerinin gelmiş geçmiş en iyi romanlar arasında gösterdiği bu romanı daha başlarında onca karakterin anlamsız diyaloglarına dayanamayarak bırakmıştım. Aradan bir yıl geçtikten sonra tekrar denedim. Zorlandım. Zor bir roman gerçekten, ancak insana edebiyat adına her türlü olumlu ya da olumsuz duyguyu yaşatıyor. 
  
Okurken, sonu gelmeyen detaylar ve diyaloglar içinde boğuldum, diğer taraftan da bunu (1500 sayfa) bir insan nasıl yazmış olabilir demekten kendimi alamadım! Kont Bezuhov'dan Prens Andrey'e düzinelerce karakter içinde hikayeyi takip edebilmek çok zor. Romanda yaklaşık 500 karakter varmış. Üstelik Fransız-Rus savaşı ve Napoleon güzellemesine yabancı olan bir okur için herşey daha da zor. Çünkü her şeyden önce kitap Rus burjuvasının Fransız özentisi yaşamını ve akabinde yıllarca süren Rus-Fransız savaşını metafor olarak kullanıyor. Bu ülkelerin tarihine yabancı bir okur için de açıkçası bu süreci okumak hiç de kolay değil. Kimi zaman karakterler ve hikaye bu tarihi olayların ve bu olaylar ışığında Tolstoy'un yapmaya kalkıştığı felsefenin gölgesi altında kalıyor. Kitaptan çıkarıldığında hikaye akışını bozmayacak ve yokluğu hissedilmeyecek o kadar bölüm var ki, insanın bu kadar detaya ne gerek vardı diyesi geliyor.

 
İnsanda hem nefret hem de hayranlık gibi birbirine zıt iki duyguyu birden uyandıran romanı İletişim Yayınları'ndan okumanızı tavsiye ederim. Romanı özetlenmemiş tam metin  çeviriden okumanız da önemli. Aksi takdirde Tolstoy'un hikayenin akışını bir kenara bırakıp arasıra içine daldığı tahlilleri kaçırabilirsiniz. Tarih üzerine, iktidar üzerine en önemlisi de özgürlük üzerine öyle derin tahlilleri var ki, romanı sevmeseniz bile ister istemez bir noktada Tolstoy'un hakkını teslim etmek zorunda kalıyorsunuz.

Yine de son tahlilde yaşasın Dostoyevski demeden geçemeyeceğim...

20 Haziran 2015 Cumartesi

Veronika Ölmek İstiyor

...Bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeleri okumuş, çok etkilenmiştim. 

"Taştan fışkıran bir pınar ol, suyu tutan bir sarnıç olma."

Bu sözlerin doğruluğuna inanmamıştım o zaman. Çünkü taşmak tehlikeliydi, taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı, onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik. Hayatım boyunca, iç duvarlarının sınırlarını aşmayan bir sarnıç olmaya çabaladım... 

Ama dün çok önemli bir şey öğrendim. İçerideki yaşam ile dışarıdaki yaşam birbirinin tıpkısı. Orada da burada da insanlar gruplaşıyor, çevrelerine duvarlar örüyor ve kendilerine tuhaf gelen hiç bir şeyin sıradan yaşamlarını sarsmasına izin vermiyorlar. Birtakım şeyleri sırf alıştıkları için yapıyorlar, yararsız konuları inceliyorlar, aralarında eğleniyorlar, çünkü eğlenmek gerekir, dünyanın geri kalanında olup bitenlerden onlara ne? En fazla, televizyonda haberleri seyrediyorlar - bizim de sık sık yaptığımız gibi - ve böylece sorunlarla, haksızlıklarla dolu dünyadan ne kadar uzak olduklarını hissederek mutluluklarını bir kez daha doğruluyorlar... 

Herkes akvaryumun cam duvarlarının dışında olup bitenleri fark etmekten dikkatle kaçınıyor... 

Ama insan değişiyor...

Paulo Coelho