“…Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz bir anda
onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakında
olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar
uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey. Bunun böyle olmaması
lazımdı…”
“…Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Ah Maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?...”
“…Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Ah Maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?...”
“...İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu
sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını
bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi
de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey
değildir...”
"...Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu..."
''...Bitmiyor, sadece bazen belki güneşli bir günde veya kalabalık bir
gecede geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla.
Asla bitmiyor...''
"...İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar..."
"...Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir âna bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..."
"...Ne olur? Anlaşamayacağımızı anlarsak veda eder ayrılırız... Bu o kadar mühim bir felaket mi? Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hâlâ kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst taraflarını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat sanmaktan vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sükûtu, ne inkisar kalır... Bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi o kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur..."
"...Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız?... Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir âciz bulunacak?..."
“...Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazan hayata
bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam
anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz
tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim...”
"...Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin
acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan
çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi
herhalde, "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder
telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır..."
“…Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor? Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit beşer tecessürü ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar...”
Ne güzel bir romandı. Nasıl tüm vücudum karıncalanarak okumuştum son sayfasını. Ah Maria diye kendi kendime söylendiğimi her hatırlayışımda hüzünlü bir tebessüm ederim gökyüzüne. Bloğunu yeni farkettim Özgür zaman zaman yazılarına göz atacağım. Kitaplar hayatta ki en iyi arkadaştır sessiz sedasız. ��
YanıtlaSil