22 Nisan 2017 Cumartesi

Anlamaktan Katlanmaya

Farkındalık önemli bir erdem ama kafanız rahat olsun, içindeki sesler sussun istiyorsanız bu erdem işinizi kolaylaştırmıyor. Kendime, insanlara ve hayata dair farkındalığım yeni yeni yeşeriyorken, başlarda daha iyimser duygulara sahiptim. İnsan farkında olduktan ve istedikten sonra çözemeyeceği sorun yoktur diye düşünürdüm. İç dünyası kadar dış dünyayı da gözlemleyebilen, sadece bakmayan, aynı zamanda görebilen bir insan iletişime açık olduktan sonra pek çok şeyi halledebilirdi. Bunu sadece insanın kendisinin istemesinin yetmeyebileceğini gözden kaçırmışım, çok sonradan fark ettim.


Üniversiteye gittiğimde umut doluydum. Gençlik dizilerinde tanık olduğum sıcak arkadaşlıklar her şeye rağmen mümkün saflığıyla geçirdiğim üniversite yılları, öncelikle kendimle ilgili hayal kırıklığının tohumlarını ektiğim yıllar oldu. Ne insanların ne de muhabbetlerin değişim hızına yetişebildim... Gençliğin ve bilincin iyice belirginleştiği bu yıllar, yavaş yavaş yetişkinliğe doğru evrilirken, ne kadar istesem de bazı meseleleri çözemeyeceğimi bana göstermeye başladı. Çünkü hiçbirimiz sadece o ana bakarak karar vermiyor, sırtımızda taşıdığımız geçmişin ağırlığı altında düşüncelerimizi biçimlendiriyorduk. Anladım ki, iyi niyetimiz, anlama çabamız, yaklaşımlarımız, çocukluğun saflığından uzaklaşan ve giderek kirlenen ruhumuzun çamurlu dehlizlerinde kaybolmaya mahkumdu. Anlamak, kabullenmeye yetmiyordu. Halbuki kabullenmek bir diğer önemli ve de gerekli erdemdi şu hayatta.

Üniversite yıllarım fark etmekle direnmek arasında geçti. Kabullenemedikçe insanlardan uzaklaştım. Uzaklaştıkça küçüldüm. Küçüldükçe kayboldum. Bu mücadeleyi kaybettim. Bugün, sık sık yaptığım gibi durup geçmişe baktığımda, en büyük mağlubiyetimi, fark ettiğimde çözebileceğime inandığım çoğu sorunum karşısında nasıl çaresiz kaldığımı görüyorum. Hayatın belli bir aşamasından sonra, sorun bu dediğim halde üzerine gidemediğim olumsuzluklar biriktikçe azaldım. Ben kendi içimde azaldıkça, onlar daha hızlı birikir oldu. Terazinin dengesi şaştıkça kendimden, sonra da insanlardan uzaklaştım. Farkındalık ne kadar önemliyse, kabullenmek ne kadar gerekliyse, her şeye anlam yüklememek de o kadar  elzemdi. Önemsememeyi, bu kadar çok şeye anlam yüklememeyi bir türlü öğrenemedim. Yıllar ilerledikçe hayatın getirip önümüze koyduğu çıkmazlardan biri buydu zaten; herkesin her şeye yüklediği anlam, verdiği önem birbirinden çok farklıydı. 

Hiç pişmanlığım yok tarzı egosantrik düşüncelerim yok. Pişmanlığım çok. Asıl kırıcı olansa, bunların önemli bir kısmını geçmişe dönsem de düzeltemeyeceğimi bilmek. İnsanın kendine dair umutlarının zayıflaması kadar yıkıcı bir şey yok bence. Küvetin tıpasını çektiğinde birikmiş olan bütün su gözlerinin önünde akıp gider de sen elinde tıpayla öylece bakakalırsın ya işte bu da öyle; hayata dair içimde biriktirdiklerim ve biriktirebileceklerim gözlerimin önünde akıp giderken tıpa elimde öylece izliyorum. İnsan zamanla anlamaktan atalet dolu bir katlanmaya evriliyor ve giderek eksiliyor...

Sondaki Başlangıç

Roger Federer 35 yaşını bitirmek üzere. Rafael Nadal ve Novak Djokovic ile birlikte modern tenisi yeniden dizayn etti. Bu büyük üçlü içinde ilk adımı atan olmak gibi bir ayrıcalığı var Federer'in. Kariyeri boyunca 3 farklı kuşakla oynadı ve tenisini her seferinde değiştirdi, geliştirdi. 2010 yılının Ocak ayında Avustralya Açık'ı kazandığında 30'una merdiven dayamıştı. Sonra grand slam kazanamaz oldu. Hem tenisçilerin 29 yaş sonrası düşüşü O'nda da başlamış hem de Nadal dominasyonu iyice belirginleşmiş, Djokovic ben buradayım demeye başlamıştı. Artık devir neredeyse tamamen Nadal-Djokovic devriydi.


Federer için, idolü Pete Sampras'ın 32 yaşında tenisi bırakmasının da etkisiyle, emeklilik senaryoları yazılmaya başlanmıştı. Ama o direndi. Böylece 2012 Wimbledon şampiyonluğu ve artık mümkün değil denen dünya sıralamasında tekrar 1 numaraya yükselişi geldi. Ardından gelen 2013 sanki yoğun geçen 2012'nin faturası gibiydi. Öldürmeyen ama süründüren fiziksel sorunları turnuvalara katılmasına engel olmasa da kötü bir sezon geçirmesine yol açtı. 2014 sezonuna bir diğer idolü Stefan Edberg'i ekibine alarak başladı. Federer artık baseline üzerinde topları daha erken alıyor, fileye daha sık gidiyordu. Bu agresif oyunun hata marjı çok daha yüksekti elbette. Ama semeresini gördü ve bir daha grand slam kazanamaz denen Ekselansları 2014-2015 sezonlarında 3 grand slam finali ve çokça kupa gördü. O dönem yenilmez boyutta olan Djokovic grand slam hayallerini ertelemesine neden oldu yine. Derken fiziksel sorunlardan mütevellit bir sezon daha geldi ve Federer 2016 sezonunun üçte ikisini oynayamadı. Dizinden yaşadığı menisküs sorunu bu sefer sezonu süründürmemiş öldürmüştü neredeyse. Artık emeklilik soruları ayyuka çıkmıştı. Olmasa bile 18. grand slam hayali artık kaf dağının ardında kalmıştı.

2017 sezonuna Djokovic ve Murray çok tutuk başlasa da kimse 6 aydır tenis oynamayan bu ihtiyar delikanlıya Avustralya Açık'ta şans vermiyordu. Beşer setlik çeyrek ve yarı final maçlarının ardından Federer kendini finale attığında karşısında kariyerinin en büyük handikapı Nadal duruyordu. 2008 başından beri Nadal'a karşı bir grand slam galibiyeti yoktu, yaş 35'ti ve yolun sonuydu. Nadal da zamanın acımasızlığı karşısında teslim olmuştu, yenilmez değildi artık ama favoriydi. Beklenmeyen oldu. 5 setlik final, bu kadar direneceğini kimsenin beklemediği, beşinci setlerin kaybedeni Federer'e kupayı getirdi; yıllardır beklenen 18. grand slam kupası hiç beklenmeyen bir anda gelmişti. Rüya gibi bir başlangıçtı. Bu rüyadan uyanacağımız anı beklemeye başladık. Sezonun yarım grand slam ayarındaki iki masters turnuvası Indian Wells ve Miami art arda geldiğinde rüyadan uyanacaktık elbet. Ama Federer seyredenleri şaşırtmaya devam etti. Indian Wells'te rakiplerine set vermeden kupaya ulaştı. Bunlardan biri de bu sefer 4. turda yine Nadal'dı. Hemen ardından Miami heyecanı başladığında 36'sına 4 ay kalmış Federer'in de durmaya niyeti olmadığı anlaşıldı. Çeyrek finalde Berdych, yarı finalde Kyrgios son zamanlardaki en iyi oyunlarını oynamalarına rağmen Federer karşısında maç puanı görmekten öteye geçemediler. Ekselansları yine finaldeydi, karşısında yine Nadal vardı. Senaryo değişmedi.

Federer 2006'nın ardından ilk defa Avustralya Açık-Indian Wells-Miami üçlemesi yaptı. Bu en uzun rüyalardan biriydi muhtemelen. Rüyanın sebepleri vardı elbette. 2014-15 döneminde Djokovic'e kaybedilen 3 grand slam finalinin ardından Federer'in vasat bir servis return ve kırılgan bir backhand ile grand slam kazanamayacağını konuşuyorduk. Aklın yolu bir dercesine 6 aylık arada bu zaaflarına çözüm üreten Federer, öğrenmenin yaşı yokturu gözümüze soktu. Bir zamanlar rakip tarafından her sıkışıldığında Federer'in backhand'ine atılan servis ya da rallide backhand'ine gönderilen top winner olarak geri dönüyordu artık. Ve Federer topları daha da önde karşılayarak rakiplerine neredeyse hiç zaman bırakmıyordu. Bu büyülü 3 aya şimdi bir süre ara veriyor Federer. Haziran ayında kökenlerine, yani çime döndüğünde bakalım rüya devam edecek mi? Uzak ve imkânsız gözüken bir şeyi bu kadar yakın ve mümkün kıldığı için bu büyük sporcuya sonsuz teşekürler...